29 Eylül 2014 Pazartesi

ADEMOĞLU (3)

"Ademoğlu" (Kesit 3)


…Göz gözü görmeyen zifiri ve korkutucu karanlıkta Mara bir müddet daha bekledi. Yaşadığı travmayı atlatması kolay olmayacaktı. Bir yandan kendisinin ve bebeğinin ölümün kıyısından dönüşünü, diğer yandan baskın sırasında dışarıda oynamakta olan çocuklarının akibetini düşünüyordu. Onların öldüğünü görmemişti ama o vahşi saldırıdan kim sağ kurtulabilirdi ki? Özellikle de 6-7 yaşlarındaki çocuklar. Kaçışı esnasında birkaç saniyeliğine de olsa gördükleri, kimisi akrabası, kimisi komşusu, arkadaşı olan köylülerin bağırış çağırışları ve kanlar içinde yere yığılışları gözünün önüne geldi. İçine tarifini yapamayacağı bir ürperti geldi. 







Bu esnada bebeği çoktan emmeyi bırakmış ve yeniden ağlamaya başlamıştı. Birden irkildi ve taşıdığı emaneti yokladı ve yerinde olduğunu anladığında içi rahatladı.

Yağmacı haydutlar çoktan uzaklaşmış olsalar bile bebeğin ağlaması etraftaki yabani hayvanlara veya var olduklarına inandığı doğaüstü varlıklara yerlerini belli ediyordu. Nitekim biraz uzaklardan ona doğru yaklaşan çıtırtılar duymaya başladı ve korkusu iyice arttı. İyice büzüşüp, kıvrılıp elinden gelse ağaç köklerinin içine girebilecek durumdayken, ellerinde meşalelerle yaklaşan birkaç kişinin silüeti karşısına dikildi. Zayıf ışığın aydınlattığı yüz kocasına aitti. Evet bu gelen kocası Raman’dı. Raman üzerlerine siper olur gibi eğilip karısına sarıldı.

“Mara! Şükürler olsun işte buradasın. Çocuklarımız! Çocuklarımız nerede?

Etkisi hala geçmeyen korkuyu, dehşeti ve sevinci aynı anda yaşayan Mara bir kolunda bebeğiyle kocasına sımsıkı sarıldı. Boğazında düğümlenen ağlamaklı sesiyle;

“Raman çok üzgünüm, dışarıda oynuyorlardı. Onlara seslendim, aradım ama bulamadım. Her şey bir anda oldu, köyümüzü bastılar, herkesi öldürdüler”. 

Ağlamaya devam ederek;
“Kaçmak zorundaydım, bebeğimizi kurtarmak zorundaydım”.

“Geçti Mara. Geçti ağlama. Ya emanet? O sende mi?

“Evet, emanetimiz güvende.

“Yüce yaratıcıya şükür ki bebeğimiz ve sen yaşıyorsunuz. Dimmet ve Şimla’yı ölülerin arasında bulamadım. Kaçmış olmalılar onları bulacağız. Haydi kalk gidelim.

Hep beraber oradan ayrılıp yağmalanan köylerinin yolunu tuttular.

Raman, Ademoğlu Habil soyundandı ve bebek o soyun son varisiydi. Habil’den gelen bu soy barışçıl, çalışkan, dürüst ve inançlı bir soydu. Ama barbar soyların zulmü yüzünden dağılmış, ve kısmen köleleştirilmişlerdi. Yine de zulümden kaçabilenler, küçük guruplar ve aileler halinde, ayrı ayrı bölgelerde göçebe olarak yaşıyorlardı. Raman ve köylüleri de böyledi. O ve köyden onbir kişi ticaret amacıyla iki haftalığına ayrılmışlardı ve dönüşleri de bugüne denk gelmişti. Diğer erkeklerde kendi hanelerinin reisleriydi. Lakin Mara ve bebeği hariç geriye sağ kimse kalmamıştı. Geldiklerinde vahşete kendi gözleriyle tanık oldular. Kanı hala akmaya devam eden, kadın, çocuk ve yaşlılar. Şüphesiz bu zavallılar ticaret yapmak için ayrılan erkeklerin, karısı, annesi, babası, kardeşleri, çocukları ve akrabalarıydı. Herkes kendi yakınlarının ölüsünü ararken Raman da direkt olarak köyün en sonundaki kendi çadırına koşmuştu. Çadırı ve etrafını epeyce aramasına rağmen karısının ve çocuklarının cesedini görememişti. Kaçmış olabileceklerini düşünerek birkaç arkadaşını da alıp ağaçlık bölgeyi aramaya karar vermişti. Bebeğin ağlaması da onları bulmalarına yardımcı oldu…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder