27 Ekim 2014 Pazartesi

ADEMOĞLU (5)

Herkese merhabalar!

Hepimizin Cumhuriyet Bayramı şimdiden kutlu olsun. Belki tatilde okursunuz diye bir parça fantastik hikaye paylaşayım dedim. Çizimler yine berbat, dediğim gibi çizimde iddiam yok sadece tasvir etme amaçlıdır :) Keyifli okumalar...

"ADEMOĞLU" (5)
Kutsal Kitap

…”Kitabı bulmalısın! Kitabı bulmalısın! Kaderiniz buna bağlı, geleceğiniz buna bağlı! Kitabı bul Raman! Kitabı bul! Anahtar sende! Senden önce babandaydı, ondan önce büyükbabanda, ondan önce onun babasında ve ondan önce de onun babasında. Anahtarı kullan! Anahtarı kullan!

Bu sözler, ucu bucağı belli olmayan, tavanında yarasaların yuvalandığı ve onların gübrelerinin sebep olduğu asit yüklü boğucu havasıyla, ancak bir çocuğun geçebileceği denli daracık onlarca tünele ayrılan, zifiri karanlık, devasa bir mağaranın içinde kan ter içinde çıkışı arayan Raman’ın kulaklarında yankılanıyordu. Sesler bir türlü kesilmiyordu. Bir de çocukluğundan beri sürekli, bir çocuğun büyük bir kitabın sayfalarını okuduğunu gördüğü rüya karışıyordu araya. Mağaranın çıkışını bir türlü bulamıyor, ne kadar farklı yol denese de her seferinde aynı yere çıkıyordu.  Garip bir şey fark etti. Tavanda yarasalar olduğuna göre çıkış yakın olmalıydı, çünkü yarasalar bu kadar derinlerde tünemezlerdi. Onları göremiyordu ama seslerinden anlıyordu.




Çaresiz bir şekilde yine mağaranın orta yerine geldiğinde tavandaki yüz binlerce yarasa bir şeyden ürkmüş gibi birden bire kanatlanıp Raman’ın üzerine çullandı, sonra ayrıldılar ve bir müddet sağa sola uçuşup mağaranın tavanında toplanarak garip bir şekil oluşturdular. Akabinde onların altında parlak bir ışık belirdi. Bir yaşlı adam bu ışığın kaynağı olan asayı yukarı kaldırmış kendisine doğru bakıyordu. İhtiyarın tam da kendisine bir şey söylemek üzere olduğunu hissettiği anda uyandı. Bunun bir rüya olduğunu anlamakta gecikmedi. Lakin elinde olsaydı korkunç da olsa bu rüyadan uyanmayacak ve ihtiyarın söyleyeceklerini sonuna kadar dinleyecekti. Raman bu adamın, çocukluğunda sürekli ailesini ziyaret edip babasıyla uzun sohbetler eden, bazen de kendisine ilginç hikayeler anlatan, oyunlar oynayan, komik ve aynı zamanda sempatik görünüşlü, uzun sakallı ihtiyar bilge Fantirn olabileceği kanaatine vardı. Onu en son on iki yaşındayken görmüştü. Anahtarı da kendisine verenin Fantirn olduğunu hatırladı. Şimdi anahtarla nereyi açması ya da ne yapması gerektiği konusunda bilgi almak ve bununla ilgili tüm ayrıntıları öğrenmek için Fantirn’i bulup konuşma kararı aldı. Bunun için de uzun bir yolculuğa çıkacağı aşikardı. Kendini bu düşünceye hazırladı birkaç dakika içinde.


Sabah olmak üzereydi ve iyiden iyiye uykusu kaçtığından bir daha uyuyamadı. Zaten  birinin uyanması gerekiyordu. Aç bozkır kurtları kan kokusuna gelmişlerdi. Onların varlığını fark etti. Kurtları savuşturmak için ve rüyasını da unutmamaya çalışarak telaş içinde birkaç meşale yakıp bir daire oluşturacak biçimde yerlere sapladı. Kurtlar ateşe yaklaşamıyordu lakin uzaktan hırlamalarını duyuyordu. Meşaleler yanmaya devam ettiği sürece sorun yoktu. Yinede kılıcını kuşanmış vaziyette bir müddet kurtların uzaklaşmasını bekledi. O arada yakınında uyuyan iki arkadaşını da uyandırdı. Hava aydınlanmaya başladığında diğer adamalar da uyandı ve hepsini bir araya toplayıp rüyasından ve aldığı karardan bahsetti. Bazıları itiraz etsede çoğunluğun kararı kendisinden yanaydı. Karar kesinleşti. Buna göre Raman ve iki arkadaşı Bilge Fantirn’i bulmak için yola çıkacak, karısı ve bebeği de dahil diğer herkes, kendileri gibi Habil soyundan gelen başka göçebe kabilelelere katılacaklardı. Raman’ın onların arasında güvenebileceği yani karısını ve oğlunu emanet edebileceği akrabaları vardı. Bu karara Mara çok üzüldü. Önce itiraz etti, kabullenmedi fakat sonradan razı oldu. Yapılması gereken buydu çünkü. Güçlü görünmeye çalışsa da bunda fazla başarılı olamadı, gözyaşları içinde son bir kez kocasına sarıldı. Hüzün ve endişe dolu gözlerle baktı ve;

“Geri döneceksin değil mi? Dedi.
“Yakın zamanda döneceğim ve yeniden birlikte olacağız. Oğlumuza iyi bak, onu koru.




Ve iki gurup iki farklı yönde yola koyuldular. Raman ve iki arkadaşını kendileri farkında olmasa da zorlu bir yolculuk bekliyordu şimdi. Çünkü aramaya ilk başlayacakları yer Mormoth şehriydi ve bu kerteden sonra orası Raman için çok tehlikeli bir yerdi. Yol alacakları istikamet üzerinde her ne kadar Mormoth krallığının yönetiminde olsa da kaçakların, sürgün edilmişlerin ve haydutların, uğrak yeri olan, kanunsuzluğun hüküm sürdüğü kuzey ve güney olarak ikiye ayrılan Erian kasabaları vardı. Bu iki kasabanın yakınından iki farklı yol ve bir de Kuzey Erian’ın yukarsından “Kuzey Orman” da denilen büyük ormanın eteğinden geçen ve kimsenin tercih etmediği daha tehlikeli bir yol vardı. Güney Erian kuzeyde kalan yarısından bir nebze olsun daha derli toplu ve daha kontrollüydü. Burada krallık muhafızları ve askerleri daha fazla olduğundan kanunsuzluk daha azdı fakat bu hiç de Raman’ın tercih ettiği bir yol değildi. Raman Kuzey Erian yahut her türlü tehlikeye rağmen Kuzey Orman yolunu tercih edecekti...

17 Ekim 2014 Cuma

ADEMOĞLU (4)

"ADEMOĞLU" (Kesit 4)


…Raman ve arkadaşlarının ticaret için gittikleri yer büyük Mormoth şehriydi. Göçebe köyüne at koşumu üç günlük mesafedeydi. Etrafı safi kayadan yüksek dağlarla çevrili, dümdüz ve geniş bir alanda kurulu olan şehre, sarp kayalıklar kuzey ve güney yönlerinden iki geçit veriyordu yalnızca. Ayrıca şehrin etrafı taştan örülmüş yüksek surlarla çevriliydi. Bu geçitler ve oralara açılan iki bölmeli yüksek sur girişlerinin dışında hiçbir yönden şehre girilemezdi. Kısacası son derece korunaklı bir konumdaydı bu şehir. Eski kral Yüce Mormoth zamanında asırlar önce kurulan ve onun soyu tarafından yönetilen bu şehir tarihte hiçbir devlet veya ordu tarafından fethedilememişti. Şimdi bu şehrin, en cesur askerlerinin, cellatların ve hücre muhafızlarının bile girmeye cesaret edemediği en derin ve karanlık zindanlarından birinde, saçıyla aynı uzunlukta, birazda pislik ve çamura bulanmış beyaz sakalı, gür beyaz kaşları, kırış kırış ama bakınca insana güven veren siması, kömürümsü taşlara yatmaktan kara kara olmuş tombul yanaklarıyla bir ihtiyar sağ yanı üzerine yatmış eski dilde bir şeyler mırıldanıyordu. Yüzü gözü çamur ve pislik içinde olsa bile yumuk göz kapaklarının ardından yeşil renkli gözleri parlıyordu.



Peki ama kim bu ihtiyar ve zindanda ne işi vardı? Bir nedenden ötürü geldiği Mormoth şehrinde kralın emriyle yakalatılan bu gezgin ihtiyar, herkesçe tanınmasa da bazıları tarafından Bilge Gezgin Fantirn olarak biliniyordu. Neredeyse yirmi kuşak görecek kadar yaşı olan Fantirn’in yakalanıp zindana hapsedilme nedeni ise şüphesiz çok uzun yıllar yaşadığı için sahip olduğu ve kimsenin bilmediği sırlardı. Bunlardan krala gerekli olanı ise Raman’ın Habil’e kadar uzanan atalarından miras kalan ve bizim daha önce “Emanet” diye bahsettiğimiz gizemli anahtar. Kral anahtarın varlığından haberdardı lakin nerede ve kimde olduğunu bilmiyordu. İşte bu bilgiyi de zavallı ihtiyar bilge Fantirn’in ağzından dayanılmaz işkencelerle ve çeşitli simya yöntemleriyle söküp almayı başarmış ve onu ölüm zindanlarına hapsetmişti. Bilge Fantirn her ne kadar bu bilgiyi ölümü pahasına da olsa vermeyecekse bile bilinci dışında gerçekleşmişti. Raman’ın göçebe köyüne yapılan saldırının asıl amacı da buydu.

O sıralarda Raman’ın köyünde;
Raman, karısı, bebeği ve yanında gelen iki arkadaşıyla birlikte hala alevleri sönmemiş köyüne döndüğünde diğer adamların kimisini ölülelerinin başında, kimisini, yağmadan kalan eşyalarını toplarken, kimisini perişan vaziyette oturmuş ağlar vaziyette, bir diğer ikisini de kendi aralarında tartışırken buldu. Darmadağın olmuşlardı. Cesetlerin hepsini sırayla bir yere dizmişler ve ne yapacakları konusunda kararsızca Raman’ı beklemişlerdi. Raman tartışan iki adamın yanlarına gitti ve söze karıştı;

"Ne oluyor? Neden tartışıyorsunuz?
Adamlardan biri soru ile cevap verdi.

"Şimdi ne yapacağız Raman? Her şeyimiz elimizden alındı. Eşlerimizi, çocuklarımızı, akrabalarımızı katlettiler. Kim bunlar, bizden ne istediler?
O sırada ölen anne-babasının başında çömelmiş ağlamakta olan başka bir adam hışımla yerinden kalktı ve doğrudan Raman’ın üzerine yürüdü. Yükselen alevlerin ışığından aydınlanan yüzündeki ifade korkutucuydu, fakat parlayan gözyaşlarından ağladığı belli oluyordu. Ramanın yanına kadar geldi ve yüksek sesle;

"Hepsi senin yüzünden. Buraya emaneti aramak için geldiler. İşe yaramaz bir anahtar parçası yüzünden ailelerimiz katledildi, köyümüz yağmalandı, yuvalarımız yıkıldı. 
Bir diğeri ondan cesaret alıp atıldı.

"Benim de ailemden hiç kimse kalmadı. Şimdi ne yapacağız? Nereye gideceğiz?
Raman sükunetini koruyarak, hep bir ağızdan ve sürekli aynı şeyleri bağırıp çağırarak söyleyip duran kalabalığı, ellerini avuç içleri aşağı bakacak şekilde açıp sallayarak susturmaya çalıştı. Elbette bu hareket böyle gergin bir ortamda yeterli olmamıştı. Sonunda dayanamadı ve gür bir sesle bağırdı.

"Yeter! Susun artık. Kayıplarınız için üzgünüm. Benim de iki çocuğum ortada yok, ölülerini bulamadım. Bu haydut sürüsünün bize bunu neden yaptığını bilmiyorum. Eskiden beri bunlardan hep zulüm gördük. Sürüldük, köleleştirildik, işkencelerine maruz kaldık. Babam sırf göçebe bir köylü olduğu için Mormoth şehrinde yakalanıp işkence ile öldürüldü. Şimdi sakin olun. Önce ölülerimizi gömelim.

Raman ölülerini gömmeleri gerektiğini eskilerden beri anlatılagelen Kabil ve Habil kardeşlerin, yani atalarının hikayelerinden biliyordu. -Zira Kabil, kardeşi Habil’i öldürdükten sonra cesedi başında korku, pişmanlık ve ne yapacağını bilmez bir halde beklerken, bir karganın ağzındaki cevizi gömmek için toprağı eşelemesinden esinlenmişti.- Bir an duraksadığında bu olay aklına geldi Raman’ın ve konuşmasına devam etti.

"Bundan böyle daha dikkatli olacağız, ne yapacağımıza ve nereye gideceğimize hep birlikte karar vereceğiz. Şafakta buradan ayrılıyoruz. Şimdi kayıplarımız için son görevimizi yerine getirelim…