11 Nisan 2014 Cuma

Kayıp Ruhlar (2)

Kayıp Ruhlar (2)

Tarih: 28 Ekim 2010
Saat: 10:30
Yer: İstanbul / Beşiktaş

Son bir kez aynaya baktı Muhsin. Artık çıkabilirdi. Yalnız bu aynaya bakış yaklaşık 2 dakika sürmüştü. Giyim kuşamına ve kendisine özen gösterirdi lakin aynaya bu kadar uzun uzun bakması titizliğinden kaynaklanmıyordu. Sanki olacakları hissetmişcesine kalakalmıştı ve tarif edemeyeceği karmaşık düşünceler kaplamıştı zihnini. Holdeki anne yadigarı eski konsolun üzerinden anahtarlarını ve çantasını alıp uzunca bir süre dönemeyeceği evinin kapısından çıktı. Beşiktaş’ta memur emeklisi merhum annesinden kalan evde oturuyordu. Bir iş için Ankara’ya gitmesi gerekiyordu. Arabasına binip yola koyuldu. Muhsin henüz 3 yaşındayken babası hayata veda etmiş, bu yüzden annesi ona hem annelik hem babalık yapmış, saçını süpürge edip yokluk ve sıkıntı içinde onu büyütüp yetiştirmişti. 30 yaşına kadar iki üniversite bitirip makine mühendisi olmuştu Muhsin. Şüphesiz bunda annesinin çok büyük desteğini görmüştü. Okulu bitirmesinden 2 yıl sonra annesi Meryem hanım da vefat etti. Muhsin babasız büyüdüğü için annesine çok fazla düşkündü, bu yüzden onun vefatına çok daha fazla üzülmüştü. Hatta cenazesinde duygularını ve gözyaşlarını gizleyememiş, herkesin içinde hüngür hüngür ağlamıştı. Baba sevigisinden yoksun büyümüş de olsa annesi ona hiç hissettirmemişti yokluğunu. Onu disiplinli bir şekilde yetiştirmişti. Muhsin bu disiplinle büyüdüğünden yapacağı her işi planlı ve programlıydı. Aynı zamanda çok dakik biriydi. Yola çıktıktan yaklaşık 3,5 saat sonra, Bolu’yu henüz geçmişti ki birdenbire ani ve şiddetli bir başağrısı hissetti. Neredeyse tüm bedenini sarsmıştı bu ağrı. Öyle ki bunun etkisiyle direksiyon hakimiyetini bir an kaybeder gibi oldu. Kaza yapıp taklalar atarak yuvarlanmasına ramak kalmıştı. Başağrıları devam ettiği halde zar zor kendini toparladı ve otoyol kenarında birkaç yüz metre ilerideki duraklama alanında durabildi. Kendisi fark etmese de çevrede onunkinden başka araç yoktu. Başının ağrısı ilk andaki şiddeti kadar olmasa da rahatsız edecek seviyedeydi. Diğer taraftan gözlerinin önünde anlam veremediği görüntüler canlanıyor, flaşlar çakıyordu. Lorenzo’nun uyandığı andaki gibi Muhsin’de iki farklı kişiliğe ait görüntüler görüyordu. Başındaki ağrının ve mütemadiyen görünüp kaybolan imajlar hafif bir baygınlık hali yaratmıştı Muhsin’de…

 

Tarih: 10 Ağustos 2010
Saat: 13:22
Yer: Florida, ABD

John öğlenin bu sıcağında ara sokaklarda koşuşturup durduktan sonra kendisini zar zor yarı bodrum, cafe-bar tarzı bir mekana atabildi. İçerisi dumanaltı ve hafif loştu. Öğle saati olmasına rağmen, barda akşamcılar ver işsiz güçsüz serseri takımından oluşan bir kalabalık vardı. Hiç görmediği insanlar sanki kendisine yiyecekmiş gibi bakıyorlardı. Hiçbirine aldırış etmeden ve korkmadan barın karanlık bir köşesine doğru ilerledi. Zira peşindeki kişiler barda kendisine her an hırgür çıkaracakmış gibi bakan serseri takımından daha teklikeliydi. Kuruyan ağzını ıslatmak için garsondan el işaretiyle bir içki istedi ve en köşedeki eski, yırtık pırtık ve kirli kanepeye oturdu. Peşindekileri atlattığından emin değildi, çok tedirgindi fakat biraz soluklanıp, içkisini bitirip, ortalık biraz sakinleştiğinde çıkmayı düşünüyordu. John’u kovalayanlar, Lorenzo’nun kız arkadaşının uyuşturucu temin ettiği ve Los Angeles şehrinin en büyük uyuşturucu kartelinin üyeleriydiler. John durumun bu kadar vahim olduğunu tahmin bile edemiyordu. Adamlar L.A’dan buralara kadar büyük bir vurgun için gelmiş ve tesadüfen John’a burada rastlamışlardı. Kovalamaca da böyle başladı. Dört kişiydiler ve içlerinden en kızgın olan şüphesiz diğer üçünün şefiydi. Adamlarına onu bulmadan dönmemelerini emretti ve kendisi büyük vurgunu yapacağı bağlantıları ile görüşmek için oradan ayrıldı. Diğer üç adam ondan çok korkuyorlardı ve John’u bulmadan döndükleri takdirde bunun cezasının ölüm olacağının farkındaydılar. Her sokağa ve sokağın içindeki her mekana bakmadan geçmiyorlardı ve John’u bulmaları an meseleseydi. Adamların aradığı kişi aslında John değil, john’ın bedenine girdiği kişi olan Michael’dı. Michael’da uyuşturucu ve kaçakçılık işi yapıyordu ve kartelin alt üyelerinden -yani John’u kovalayan 4 serseri- parayı daha sonra vermek üzere yüklü bir miktar mal almıştı. Kartelin parasını temin edemediği için başı beladaydı ve ABD’nin bir ucu L.A’dan diğer bir ucu NewYork’a oradan da Floridaya kaçmıştı. İşin ilginç yanı, kartelin üyesi dört adam L.A’da bulamadıkları John’u ya da Michael’ı burada bulmuşlardı, bütün bu kovalamacanın asıl nedeni de buydu. Bu arada John barda içksinden son yudumları alırken tanıdık bir yüzün kendisine yaklaştığını gördü. Bu yüzü hangi kişiliğinin tanıdığını anlamaya çalışırken adam tam yanına kadar geldi. “Hey adamım senin burada ne işin var?” diye seslendi. Hızlı düşünerek, Michael’in bedeninde olduğuna göre ve adamın da bu bedeni ve yüzü tanımasından, onun Michael’in tanıdığı biri olduğunun kanısına vardı. Fakat ismini çıkartamadı. Eliyle sus işareti yaparak ayağa kalktı ve selamlaştı. “Asıl senin ne işin var burada” diye aynı soruyla karşılık verdi. Son andan adamın ismini hatırladı Kevin diye ilave etti cümlesinin sonuna. Yani onunla Michael olarak konuşuyordu. “Sana anlatmam gereken çok önemli bir durum var.” Dedi ardından. Kevin’da kirli işler yapan fakat güvenilir biriydi. “Buradan gitmemiz gerek. Başımda çok tuhaf bir durum var ve peşimde de teklikeli birileri. Beni arıyorlar.” Kevin olayı bilmediği halde kritik durumu John’un heyacanından anlamıştı. “Bir arkadaşımın pek kullanmadığı
bir ev var, oraya gidelim, kimse bilmiyor ve güvenli bir yer” dedi. John barmene parasını ödedi ve Kevin önde John arkasında çıktılar. Barın çıkış kapısının önünde bir müddet durup sağını solunu yokladı John. “Gel, üç blok ötede” diye kolundan çekiştirdi Kevin. Arka sokaklardan ve kalabalığa karışmadan eve vardılar. Girer girmez yorgunluktan evin salonundaki koltuğa kendini attı John. Ayaklarını uzattığı sehpanın üzerinde içi hap dolu küçük bir kilitli poşet, esrar ve kokain kalıntıları, kullanılmış şırınga ve serum lastikleri, birkaç da kadın fotoğrafı vardı. Kevin’ın da uyuşturucu işinde olduğunu ve de kadın pazarladığını anlamakta gecikmedi ya da hatırladı. Belli ki bu ev de onun ve takımının ortak kullandıkları bir evdi. Lavabodan çıkıp salona gelen Kevin “Neydi bana söyleyeceğin önemli mevzu? Hem sonra neden başın belada? Peşindekiler kim?” diye sordu ardı ardına. John; “Şimdi sana anlatacaklarımı kimse bilmemeli. Gerçi buna kimse inanmaz, hatta sen de inanmayacaksın. Yine de kimselere anlatma” dedi. Daha sonra iki saat boyunca başına gelenleri sıraladı. Aslında kim olduğunu, neler yaptığını, buraya nereden nasıl geldiğini, peşindeki adamları ve anladığı kadarıyla neden peşinde olduklarını vs. ….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder