13 Kasım 2014 Perşembe

"ADEMOĞLU" (7)

…”Beni bulmalısın! Beni bul! Bul beni! Ne yapman gerektiğini biliyorum!

Raman ve Mara ve 5 yaşına gelmiş bebeklerinin iki elinden tutmuş çorak bozkırlarda ilerliyorlar ve Mara, Raman’ın sonradan hatırlayamayacağı, bir şeyi ya da bir yeri eliyle işaret ediyordu. İşte orada!.. Tam o esnada araya parazit gibi karışan o sesler ve seslenişler. “Beni bul! Beni bulmalısın!.. Yaveş’in nöbetinin son dakikalarında Raman’ın rüyasında bunlar oluyordu ve yine tamamlanamadan uyandı. Yaveş’de bu sayede ormandaki kötülük tarafından yutulmaktan kurtuldu. Aynı dakikalarda ihtiyar bilge Fantirn, hapsedildiği karanlık zindanlarda yattığı yerden eski dilde bir şeyler mırıldanıyordu yine. Evet işin aslı ihtiyar bilge Fantirn bir şekilde Raman’la telepati kuruyordu, onu kendisine yönlendiriyordu. Hem kendi kurtuluşu hem de Raman’a yapması gereken her şeyi bir bir anlatabilmek ve ona kendi soyunu, aslında tüm insanlığı barbar ve bozguncu soylardan kurtarabilmesini sağlayacak hamleleri yapması için.


Çünkü gerçekten Kabil’den gelen soy, nüfus olarak çok daha kalabalık ve diğer ırklara ve soylara karşı son derece acımasızlardı. Zaten maksatları da dünya üzerinde kendi hakimiyetlerini kurmak, bütün krallıkları ve ülkeleri yönetmek ve de sömürmekti. Kendi yönetimine girmeyen şehirleri yakıp yıkıyor, katliam ve soykırım yapıyorlardı. İşte Raman’ın üzerine düşen görev bu yüzden çok önemliydi ve başarısızlığa uğramamalıydı. Aslında başlangıçta bu kararı kendisi almış gibi görünse de onu bu raddeye getiren aşamalar vardı ve gerçekte görev ona birileri tarafından verilmişti. Çocukluğundan beri yaşlı bilgenin Raman’ın ailesini ziyaret etmesi, onunla ilgilenmesi, hikayeler, masallar anlatması, sık sık rüyalarına girmesi ve onu telkin etmesinin altında yatan maksat buydu. Onu bu tarihten sonra başlayacak olayların baş kahramanı olarak ilan etmişti. Çünkü Raman’ın oğlu Habil soyundan gelen son oğul ve insanlığın kurtarıcısı “Ademoğlu” olacaktı. Raman’ın da onu yaşı gelinceye kadar koruması ve olacak olanlara hazırlaması gerekiyordu. Bilge Fantirn’in bu dünyadaki görevi de belki başarıyla sona ermiş olacaktı…

9 Kasım 2014 Pazar

ADEMOĞLU (6)


…Mortmoth şehrine doğru Doğu yönünde yola çıkalı 8 saat geçmişti ve artık gölgeler uzamaya başlamıştı. İkinci molalarını vermek için kendilerine yer arıyorlardı. İlk dinlenme molasında olağandışı bir durum yaşanmamıştı ama bu kez duracakları yer, tercih ettikleri “Kuzey Orman” yolunun tam kenarıydı. Bu güzergahı seçtiler çünkü burada hiçbir insanla karşılaşmayacaklarını umuyorlardı. Nitekim öyle de olacaktı, lakin bu yol üzerinde ve bu yolculukta başlarına gelecek olanları bilselerdi kesinlikle tercih etmezlerdi. Yine de orman yolunun çok tehlikeli olduğunu biraz olsun bildiklerinden sessiz ilerlemeye gayret gösterdiler. Atlarını dörtnala koşturmuyorlar, hatta kendi aralarında pek konuşmuyorlar, konuşsalar bile birbirlerine çok yakın durduklarından bunu fısıltıyla yapıyorlardı. Duyulan tek ses yalnızca atlarının kuma, toprağa yahut küçük taşlara vuran toynak sesleriydi ve yeterince gürültü çıkarıyordu zaten. Tamamen sessiz olmayı başarsalar bile buradaki gizemli ve tuhaf yaratıklar onların varlığını hissedebilirdi, ki bu yalnızca an meselesiydi. -Böylesine bir yerde neden bir yol var diye soracak olursanız, yoldan kasıt aslında, kayalık, dağ, dere, tepe, bataklık vs. olmayan, engebesiz, insan, hayvan ve herhangi tekerlekli bir taşıtın rahatça yol alabileceği ve ormanın sağlıklı bir orman olduğu zamanlarda insanlar tarafından kısmen kullanıldığı bir güzergah.-



Bu yol bazen ormanın sınırına kadar yaklaşıyor bazı yerde de uzaklaşıyor, yolla arasına hafif tümsek, kayalık ve  çalılıklar giriyordu. İşte böyle bir yer buldular ve duraklamaya,  geceyi burada geçirmeye karar verdiler. Bir tepe ve tepenin üstünde, etrafında biraz çalılık bulunan büyükçe bir kaya vardı ve güneye bakan tarafı biraz daha alçak, güvenli bir yere benziyordu. Ancak orman sınırının fazla uzağında değildi. Sessiz sedasız eşyalarını çıkardılar, karanlık bastırmadan önce karınlarını doyurdular ve şiltelerini serdiler. Akşamüstü loşluğu yerini ıssız ve zifiri karanlık bir geceye bırakmaya başladığında uyumaya hazırlandılar. Üçünün birden uyuması sakıncalıydı oysa.  Nöbet paylaşımı yaptılar ve ilk üç saatlik nöbeti burada ismini ilk kez söylediğimiz Yaveş aldı. Yıldızların ve ay ışığının bile aydınlatmaya yetmediği gecenin, karanlık ve bir o kadar da korkutucu bölümünde üç saat kolay geçmeyecekti.


Diğerleri uykuya, Yaves de düşüncelere daldı bir müddet sonra. Köy baskınında ölen karısını ve yaşlı annesini düşünüp içli içli ağladı. İlk kez yalnız kalmıştı ve diğerlerinin yanında bunu yapmak istemiyordu. Ancak şimdi, düşünmek, üzülmek ve ağlayıp yas tutmak için vakit bulabildi. İlk 1 saati böyle geçtikten sonra kendisini toparladı ve etrafına dikkat kesilmeye başladı. Uzaklardan, ormanın ta içlerinden gelen seslere kulak kesildi. Bağırtılar, çığlıklar, uğuldamalar, ıslığa benzer tiz sesler hatta daha da yakından hışırtı, çıtırtı ve ayak sürümeler. Dakikalar ilerledikçe bu sesler daha da artıyor, dayanılmaz korkunç bir hal alıyordu. Gece olunca burası akıl almaz bir vahşetin süregeldiği bir yer haline geldi. Bir yandan da sanrılar görmeye başladı. Bir süre sonra sanki uyuşmuşcasına beyninin içi üzüntü, korku, kaygı vs. gibi tüm hislerden arınmış olarak ayağa kalktı. Sağına, soluna, hiçbir yere bakmadan bulundukları yerden orman tarafına yöneldi. Evet ormana doğru gidiyordu. Sanki bir şey onu içeri çekiyor ya da bir “varlık” onu hipnotize etmiş, ormanın içine çağırıyordu. Birkaç adım atmıştı ki Raman aniden uyandı. Yaveş’i yerinde göremeyince yattığı yerden kalktı etrafına bakındı. Ancak zifiri karanlıkta görebilmek mümkün olmadığı için bir şey göremedi. Sesleri Raman duymuyordu çünkü henüz etki altında değildi. Belki de başka bir nedenden dolayı “varlık” onu etkileyemiyordu bilinmez. Yaveş’in ilerlediği yönde ayak seslerini duydu ve mümkün olduğunca sessiz peşinden gitti. Ona yetişti ve yakaladı, çekiştirerek geriye getirdi. Yaveş tepkisiz ve uyuşmuş olduğundan zorluk çıkarmamıştı. Olağan dışı bir şey olduğunu anlamıştı Raman. Onu kayanın dibine oturttu. Matarasını çıkardı ve suyla yüzünü yıkadı. Bir süre kendine gelmesini bekledi…