…Mortmoth şehrine doğru Doğu yönünde yola çıkalı 8 saat geçmişti ve artık gölgeler uzamaya başlamıştı. İkinci molalarını vermek için kendilerine yer arıyorlardı. İlk dinlenme molasında olağandışı bir durum yaşanmamıştı ama bu kez duracakları yer, tercih ettikleri “Kuzey Orman” yolunun tam kenarıydı. Bu güzergahı seçtiler çünkü burada hiçbir insanla karşılaşmayacaklarını umuyorlardı. Nitekim öyle de olacaktı, lakin bu yol üzerinde ve bu yolculukta başlarına gelecek olanları bilselerdi kesinlikle tercih etmezlerdi. Yine de orman yolunun çok tehlikeli olduğunu biraz olsun bildiklerinden sessiz ilerlemeye gayret gösterdiler. Atlarını dörtnala koşturmuyorlar, hatta kendi aralarında pek konuşmuyorlar, konuşsalar bile birbirlerine çok yakın durduklarından bunu fısıltıyla yapıyorlardı. Duyulan tek ses yalnızca atlarının kuma, toprağa yahut küçük taşlara vuran toynak sesleriydi ve yeterince gürültü çıkarıyordu zaten. Tamamen sessiz olmayı başarsalar bile buradaki gizemli ve tuhaf yaratıklar onların varlığını hissedebilirdi, ki bu yalnızca an meselesiydi. -Böylesine bir yerde neden bir yol var diye soracak olursanız, yoldan kasıt aslında, kayalık, dağ, dere, tepe, bataklık vs. olmayan, engebesiz, insan, hayvan ve herhangi tekerlekli bir taşıtın rahatça yol alabileceği ve ormanın sağlıklı bir orman olduğu zamanlarda insanlar tarafından kısmen kullanıldığı bir güzergah.-
Bu yol bazen
ormanın sınırına kadar yaklaşıyor bazı yerde de uzaklaşıyor, yolla arasına hafif
tümsek, kayalık ve çalılıklar giriyordu.
İşte böyle bir yer buldular ve duraklamaya, geceyi burada geçirmeye karar verdiler. Bir
tepe ve tepenin üstünde, etrafında biraz çalılık bulunan büyükçe bir kaya vardı
ve güneye bakan tarafı biraz daha alçak, güvenli bir yere benziyordu. Ancak orman
sınırının fazla uzağında değildi. Sessiz sedasız eşyalarını çıkardılar, karanlık
bastırmadan önce karınlarını doyurdular ve şiltelerini serdiler. Akşamüstü
loşluğu yerini ıssız ve zifiri karanlık bir geceye bırakmaya başladığında uyumaya
hazırlandılar. Üçünün birden uyuması sakıncalıydı oysa. Nöbet paylaşımı yaptılar ve ilk üç saatlik nöbeti
burada ismini ilk kez söylediğimiz Yaveş aldı. Yıldızların ve ay ışığının bile
aydınlatmaya yetmediği gecenin, karanlık ve bir o kadar da korkutucu bölümünde
üç saat kolay geçmeyecekti.
Diğerleri
uykuya, Yaves de düşüncelere daldı bir müddet sonra. Köy baskınında ölen
karısını ve yaşlı annesini düşünüp içli içli ağladı. İlk kez yalnız kalmıştı ve
diğerlerinin yanında bunu yapmak istemiyordu. Ancak şimdi, düşünmek, üzülmek ve
ağlayıp yas tutmak için vakit bulabildi. İlk 1 saati böyle geçtikten sonra
kendisini toparladı ve etrafına dikkat kesilmeye başladı. Uzaklardan, ormanın
ta içlerinden gelen seslere kulak kesildi. Bağırtılar, çığlıklar, uğuldamalar,
ıslığa benzer tiz sesler hatta daha da yakından hışırtı, çıtırtı ve ayak sürümeler.
Dakikalar ilerledikçe bu sesler daha da artıyor, dayanılmaz korkunç bir hal
alıyordu. Gece olunca burası akıl almaz bir vahşetin süregeldiği bir yer haline
geldi. Bir yandan da sanrılar görmeye başladı. Bir süre sonra sanki uyuşmuşcasına
beyninin içi üzüntü, korku, kaygı vs. gibi tüm hislerden arınmış olarak ayağa
kalktı. Sağına, soluna, hiçbir yere bakmadan bulundukları yerden orman tarafına
yöneldi. Evet ormana doğru gidiyordu. Sanki bir şey onu içeri çekiyor ya da bir
“varlık” onu hipnotize etmiş, ormanın içine çağırıyordu. Birkaç adım atmıştı ki
Raman aniden uyandı. Yaveş’i yerinde göremeyince yattığı yerden kalktı etrafına
bakındı. Ancak zifiri karanlıkta görebilmek mümkün olmadığı için bir şey göremedi.
Sesleri Raman duymuyordu çünkü henüz etki altında değildi. Belki de başka bir
nedenden dolayı “varlık” onu etkileyemiyordu bilinmez. Yaveş’in ilerlediği
yönde ayak seslerini duydu ve mümkün olduğunca sessiz peşinden gitti. Ona
yetişti ve yakaladı, çekiştirerek geriye getirdi. Yaveş tepkisiz ve uyuşmuş
olduğundan zorluk çıkarmamıştı. Olağan dışı bir şey olduğunu anlamıştı Raman. Onu
kayanın dibine oturttu. Matarasını çıkardı ve suyla yüzünü yıkadı. Bir süre
kendine gelmesini bekledi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder